Prof. Dr. MEHMET SERTAÇ ÖZER, hocamın Atalık Tohum Hk. yazıma getirdiği eleştiriler

 

Geçenlerde Atalık tohum ile ilgili yazmış olduğum bir yazıda Akademik seviyede değerli profesör bir hocamızdan itiraz geldi. Bilime ve hocama duyduğum saygıdan ötürü yazımla ilgili getirmiş olduğu tüm eleştirileri, noktasına virgülüne dokunmadan sitemde yayınlıyorum. Takdiri kıymetli okuyucularıma bırakıyorum.



Prof. Dr. MEHMET SERTAÇ ÖZER,

Prof. Dr. Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Gıda Mühendisliği, 2017  

ATALIK TOHUM:

Günümüzde sıklıkla duyduğumuz “Atalık tohum” ifadesinin kullanılması doğru değildir. Zira insanoğlunda olduğu gibi bütün tohumlar ilk elde edildikleri bitkinin genlerini taşırlar. Farklı nedenlerden kaynaklı olacak biçimde çeşitli doğal mutasyonlara uğramakla birlikte ana yapının değiştiği iddiası bilimsellikten ve Mendel teoreminden uzaktır. Örnek olarak buğday’ın neredeyse kutup iklimine sahip bölgelerde yetişen varyeteleri olabileceği gibi, çöl sıcağına yakın bölgelerde de yetişmesi söz konusudur. Atalık buğday yerine yerel çeşitler, eski çeşitler gibi ifadeler daha doğru olacaktır.

BUĞDAY ve GDO İDDİALARI:

Botanik sınıflandırmaya göre Doğada 14, 28 ve 42 kromozomlu kendiliğinden yetişen buğdaylar binlerce yıldır vardır. Siyez, Gernik ve Spelta buğdayın evriminde geçiş formu olarak kabul edilmekte olup “kavuzlu” olmaları ve dane verimlerinin düşük olmasından dolayı endüstriyel tarım yerine kırsal alanlarda çok az miktarda yetiştirilmektedir. İddia edildiği gibi buğdayın kromozom sayısı bitki ıslahçıları tarafından uğraşılarak arttırılmamış tam tersine buğday akrabaları ile doğada kendiliğinden melezlenerek sırasıyla 28 kromozomlu makarnalık ve 42 kromozomlu ekmeklik buğdaylar ortaya çıkmıştır. Binlerce yıldır bu türlerin kromozom sayısı aynı olup makarnalık ve ekmeklik buğdayın genetik yapısında iddia edildiği gibi bir değişiklik yaşanmamıştır. 42 kromozomlu buğdaylar sadece tarıma daha uygun oldukları için son yüzyılda üretimleri artmıştır.

        Siyez (Triticum monococcum veya Einkorn) 14 kromozomludur.

        Gernik, kavılca ve makarnalık buğdaylar (Triticum Durum) 28 kromozomludur.

        Ekmeklik buğdaylar (Triticum Avestium) 42 kromozomludur.

Hangi buğday olursa olsun beslenmemizde diyetisyenlerce tavsiye edilen miktarlarda göz önüne alındığında birbirlerine göre beslenme ögeleri bakımından bariz bir üstünlükleri YOKTUR.

Bitki ıslahı, Mendel teorisi üzerine kurulmuştur. İstenen özelliklere sahip yeni bitki çeşitleri elde etmek için, bir kısmı doğa tarafından bir kısmı ise insan eliyle uygulanan:

a)      Geleneksel Metodlar: Seleksiyon, Melezleme, Hibrid, Mutasyon ve

b)      Yeni islah yöntemleri: GDO

Ana başlıkları altında incelenebilecek kendi aralarında alt başlıkları olan yöntemlere dayanır.

1943'te Minnesota Üniversitesi’nden genetikçi Norman Borlaug’un, başağın verimini artırmak ve sapını kalınlaştırmak için yaptığı müdahalelerle ortaya çıkan CÜCE buğdayın dünyaya yayıldığı ve sonucunda: “Bugün yediğimiz, genetiği değiştirilmiş olan buğday” İDDİALARI BULUNMAKTADIR. 50’li yıllarda buğdayın genleriyle oynandığına ilişkin İDDİALAR N. Borlaug’un araştırması olan melezleştirme projesidir ve genetik teknolojisiyle bir ilgisi yoktur. Kaldı ki o yıllarda böyle bir teknoloji bulunmamaktadır. İlk kez tütün üzerinde uygulamalar 1983 yılında başlamıştır. Farklı ülkelerde laboratuvar boyutunda geliştirilmiş olan GDO’lu buğdaylar mevcut ancak bunlar ticarileşmemiştir”. DÜNYA’DA ıslah edilen, üretilen, satılan ve tüketilen buğdaylar GDO’lu değildir.

SONUÇ OLARAK:

Her modern bitki GDO’ lu değildir. Aksine laboratuvar tetkiklerinin çok geliştiği günümüzde GDO’ lu olsa yakalanma ihtimali çok yüksektir. Üstelik ülkemizde bu konuda çoğu ülkeden daha katı olan BİYOGÜVENLİK KANUNU bulunmaktadır.

KARABUĞDAY

(Fagopyrum Esculentum Moench.) BİR BUĞDAY VARYETESİ DEĞİLDİR: Karabuğday orijinal adı ile Greçka İngilizce Buckwheat adı ile bilinir, dilimize tercüme edilirken karabuğday olarak tercüme edilmiştir. Pesudo cereals (yalancı tahıllar) familyasındandır, buğdayın ait olduğu Graminia familyası ile hiçi bir ilişkisi yoktur. Doğal olarak isminin yanlış tercüme sonucunda Buğday olmasından başka buğday ile yakından uzaktan herhangi bir ilişkisi olmayan besleyici değeri iyi bir tohumdur. Beslenmemizde rahatlıkla kullanılabilir.

ÇÖLYAK NEDİR?

Gluten enteropatisi olarak da adlandırılan çölyak hastalığı (Celiac Disease), buğday, arpa, çavdar ve yulafın ihtiva ettiği prolamin olarak adlandırılan gluten ve gluten benzeri proteinlerin tolore edilememesi sonucu ortaya çıkan otoimmün bir hastalıktır.

Çölyak hastalığı hakkında ilk kez M.Ö. 2. yüzyılda yaşamış olan Kapadokya'lı Arataeus tarafından hastalığa ad verilmeden sadece klinik bulguları tarif edilerek anlatılmıştır. Çölyak hastalığının klinik açıklaması günümüze en yakın şekli ile ilk olarak 1887-1888'de İngiliz pediatrist olan Dr. Samuel Jones Gee tarafından Kuzey Avrupa'da yaşayan çocuk hastalarda ortaya konmuştur. Hastalığın sadece yetişkin bireylerde görüldüğünü iddia eden Arathaeus, özellikle de ileri yaştaki kadınlarda ortaya çıktığını düşünmüştür. Fakat Dr. Samuel Gee bu hastalığın tüm yaş gruplarında gözlenebilen kronik hazımsızlık olarak açıklamıştır.

2. Dünya Savaşı esnasında besin ve hububat kıtlığında ishal, sindirim bozukluğu ve gelişme geriliği saptanan bazı çocukların klinik semptomlarının düzeldiğini, savaş bittiğinde kıtlık sona erince ise çocukların şikayetlerinin tekrar ettiğini Hollanda'lı bir çocuk doktoru olan Dr. Willem-Karel Dicke tarafından fark edilmiştir. Dr. Dicke hastalığa 'gluten' adı verilen bir proteinin sebep olduğunu belirtmiştir. Dr. Dicke'nin Utrecht Üniversitesi'nde yaptığı doktora tezinde hastalığın belirtilerinin diyetten buğday, çavdar ve yulafın uzaklaştırılmasıyla düzelme gözlemiştir.1969'da ilk kez Avrupa Pediatrik Gastroenteroloji, Hepatoloji ve Beslenme Derneği (ESPGHAN) tarafından çölyak hastalığının tanı kriterleri belirlenerek açıklanmıştır.

Ailesel yatkınlığın çölyak hastalığında etkili olduğunu 1965'te ilk kez Mac Donald göstermiştir. Falchuk ve Stokes tarafından 1972 yılında bu hastalığın İnsan Lokosit Antijeni (HLA) ile ilgili olduğu belirlenmiştir.1992 yılında Marsh tarafından, çölyak hastalığının histopatolojisi ile patofizyolojisi arasında yorum yapılması suretiyle ilk sınıflandırma sistemi ortaya konulmuştur. Dietrich 1997 yılında bu hastalıkta doku transglutaminazın otoantijen rolünü göstermiştir. 1998'de Molberg, doku transglutaminaz enziminin deaminasyon yapmasıyla glutenin yapısındaki peptitleri daha antijenik hale getirdiğini göstermiştir.

Sonuç olarak ÇÖLYAK,

Buğday ve benzeri ürünlerin az yada çok tüketilmesi ile ortaya çıkan yeni bir rahatsızlık değildir, geçmişi yüzyıllar öncesine dayanır.

BEYAZLATICI İDDİANIZ:

Ülkemizde un üretiminde beyazlatıcı kullanılması kesinlikle yasaktır. Eğer bu konuda bir endişeniz var ise lütfen en yakın Tarım il Müdürlüğüne müracaat ediniz. Kimliğiniz gizli tutularak gerekli incelemeler yapılacaktır.

Saygılarımla.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tarihin Gölgesinde bir Lezzet Durağı “Ocak”

Emmim Develi Cıvıklısı

"Nokul Bafra Pide"